16 Kasım 2011 Çarşamba

Hafif batısı

İsmini adımlamasını sevdiğim kentler vardı önceleri. 
Numansiya gibi türkçe isimlerden türeyenlerden değil. 
Genova belki. Daha köklü. Daha sıkı tutunmuş tarihin ortasına. 
Belki antik bir iskeleden ibaretti beynim. 
Roma. Hafif batısı. Nereye göre batı orası meçhul. 

Bunun pek mühim tarafı yoktur muhakkak çevremdekiler için. Çevrem. Çembermişim gibi. 
Benim bildiğim annemin başında bir çember vardı. 
Zaten yalnızlık bir alan birimiydi. Annemin başında olmasından belliydi. 
Bununda hiç önemi yok. Sadece formüllerini doğru yazmakla başladığında yanlış sonuçlar veren denklemleri sevmekten geliyor. 

Form doldurmayı seviyorum. Anketleri sevmiyorum. 
İyi bir Sampdoria taraftarı sayılmam. 
Yine bütün kupaları alanları değil küme düşen düş takımlarını seyretmesi cezbediyor beni. 
Bu dipte olmaktan. 
Yüzmeyi bilmeyen biri başka nasıl dibe dalabilir ki. 
Kıymetli madenler hep dipteyken, kıymet taraftarı olmuşken böyle. 

İmkanları cebindekilerle kısıtlı olanlar için çok önemli olan şeyler vardır. 
Benim "ELLERİM" cebimde. 
Birde evimin anahtarı. 
Küflü sözcüklerini sevdiğim gerçeği buna engel olamaz. Hani kurtarılmayan tarafı dilinin. 
Dili dini olan insanlar var. Bu rahatlatıyor beni. 
Akşamın olmasını beklemenin sonucu akşamı getirirken güneşi batırmak diye bakarsan öyle görürsün. 
Annemin hüzün desenli paspasları kadar gerçek olan başka ne kaldı diye baktım. Bakmak görmeyi gerektirmiyor.
Hep söylemişimdir: Ben kör bakarım. 
Söylediğin yalanların ne kadar gerçek olduğunu anlayacak kadar bakmışımdır belki sokağa.
Sokaktan çok sokak lambaları yarenidir belki yolcunun. 
Aynı gömleği kaç gün giydiğini anladığında geç kalmışlık hissi basmaz belki 
ama söylemek isteyipte söyleyemediğin şeyleri söylemeye başladığında bu his kaplar ayak izini.
Bu izin almakla ilgili bir deneyim. Yol ve zamanın kesiştiği noktada insanlarda bekleyebildiğinde oluveriyordu bu yol arkadaşlığı.
Yanlış güzergahlar tarif etmek bana fayda sağlamadı belki ama dinimi değiştirdi. 
Dilimle aynı olan adımdan sonra dinimde aynı oldu.

Tüm sorular senden bağımsız gibi. Saçlarına yazık. Kızamadım çünkü onlar benim rüzgar çocukluğum.
Tek uçurtma deneyimi. Uçan halı yalanı. Üzerinde kırbaçlı "La" notası. Duyduğunu sanmıyorum. Doyumsuzluktan geliyor.
Sonraları hatıralar ağırlaştı kafamda tabii ki. Bazılarını bıraktım. Denize açılan mavi bakışlı kaptanlar tutup saçlarından yelken,
tutup ellerinden yalnızlık örmüşler. Annem yanlarında halt yemiş hüzün deseni konusunda.

Ne zaman yelken görsem saçların esiyor bağrımda. Bağırarak uyanmak gerek bu sahnede.
Benim hayatım kendi başınalıktan geçiyor diyen bilgeye sığınıyorum.
Ellerim cebimde hala. İnanmasam zarfa sorardım. 

3 Kasım 2011 Perşembe

kendimden geçtim..

Kendimden geçmiştim. Durdurulabilirdim. Durmak erdemdi. Durulmak. Adı, Yaren olsun demek.

Durmak için başlamak gerek. Ben başlamazsam beni kim durduracak? Elimden tutulsa durulur muyum?
Anüite problemleri çözmenin bununla bir ilgisi olmamalı.
Cari oranın ikiye yakın olması iyi miydi? Biz bire sevdalanmışken, neden iki?
Ayrıca dilim fakir, sözün bittiği yer filminden alıntılanmış bir yaşam vardır elbet bir yerlerde. Dilimin ucunda. Ucum uzvumdur benim.
Filmler duru, durdurulabilir. Karışık olan başlar bir şeylere. Karışık olan, düşünür. Sevmenin dilde bıraktığı tadı düşünür.
Dilim bağlı hece vezniyle, oysa gökyüzü imtihan. -Sigortayı seviyorum.
*Çocuk: evlilik sigortası *Üniforma: egemenlik *Ego: tanrı...

Bir cümlenin sonuna kadar sabredemedim. Hep bu yüzden kaybediyorum. Kaybeden Tribi dinledim, kendimden geçtim. Bu bir imtihan. Kendinden geçmek. Beni tanımak. Ego, evet; o bir tanrıydı. Yalnızlıkla imtihan edilemez elbet. Yolculuğu kendine olan insan. Tanımaktan değil, bu durmaktan. Hiçbir şey yapmadan. Yatıp kalmayı seçmek. Farklı olabilirdi demek ardından. Aldatıcı. Kelimeler bile : aldatıcı. Oysa ellerin... Yok o şarkı bitmişti. Adını unutmaya devam ediyorum. Durmaz yanyana gözyaşı ve bavul asla. Asla asla deme. Never say never...


Bir okyanus bile göremedim rüyamda. Halbuki harflerin rengi var. Toplasan bir kaşık su. Boğularak ölmekten korkuyorum. Yüzmeyi öğrenmek istemiyor bedenim. Tahriş. İttifak, ter ve ten arasında. Peki ya içim. İnim, orası tamam. Ama derinim. İnebildim mi oraya? İnen oldu mu? Maden işçisi. Lamba gibi parlayan alınları, yok o gerçekten fener. Deniz feneri. Yaşar Kurt da söylerdi. Sesimi duyuyor musun? Hadi el salla... El sallama adetim yok. Peki ama sallanacak salıncaklar yapıldı vaktinde elma ağacına. Belki kirazdı yanlış hatırlıyorsun. Belki de kesildi bir rüzgarda eğildiğinde.

Kendimden geçmiştim, Tanrı kimseyi kendiyle sınamasın!