17 Aralık 2011 Cumartesi

Parantezime sığmıyor hiçbir tanım..

Önce beden-ceset arasındaki bağı çözme uğraşından vazgeçmek gerekiyor yetinemediğimde.
Bir el yordamı mesafeden tanıyınca hele ederimi. 
Önce deyip geçmiş yükünü kamyonlara yüklemeli en yakın zamanda.
Ve uçurumlar,
 uçurtma tepeleri, 
rüzgar etkisinde bir marş, 
ezbere yaşamak, 
çok yaşayıpta yorulmuş gibi 
ka-la-kal-mak, 
ya-şa-ya-ma-mak, 
mastar eklerinden kurtulmak, 
çoğuldan tekile giden yolda üstüste aynı rüyadan uyanmak. 
Sevmek. -Olabildiğince. 
Yaklaşmak ve kimi zaman kapılardan dönmek. 
Bulmak. Evet en önemlisi bu galiba. 
Sözlerin güvenle olan ilişkisinden oluşacak parabolde dinlenmek. 
Hamak, teras ve balkon sefaları. 
Başka şehirler görmek, 
başka kadınları sevmek. 
Başkadan kasıt, alışmışlıktan ibaret. 

Dehlize tölerans gerekmezdi elbet bunca gerçek arasında. 

Ama az bir gerçek kalmıştır herkesin genzinde, yine de gerçek asla yaşamı bitirecek bir etki yaratamıyor. 
Peki ya tezatları hepsinin. 
Uçurumun tezatıda olur mu deme hemen kendine. 
Oldurmak. Olmak. Hamlaşmak ardından. 
Tanımlar vermeden, anlatabilmek bir gece kalkıp şehri turlarken. 
Sokaklara seslenmek, içini duymadan. 
Hem benim içim inimdi. Kime ne bundan. Diyebilmek (içinden). 


İlk parantez hiçbir zaman yetmez anlatılacak olana,peki ya anlatacak olan mı önemliydi anlatılan mı? 
Sözler askıda kalıyor, tutunamıyor ve aldatıcı. Aldanmak. Boylu boyunca herkese, her şeye. 
Şeyler'e kızgınım. Silvia veya Perec bir yerlerden kalkıp gelebilecek dermanı bulabilir mi, sanmıyorum. 
İşte kendi cevaplarını ininde yaratan bir göçebe. 
İnanmazsan, inanmazsın. 
İnan bütün bunları oğuzcuğumdan duydum. 
Öyle ekip ruhuyla çıkacak bir şey değildi zaten. 
İn dediğine kaç kişi sığabilirdik ki. 
İçim inimdi benim, bunu söylemiş olmalıyım. Tekrarından usanmadan. 
Tekrarından usansaydım gecenin hüzün bassın diye, 
yorganlara yalnızlığımı yüklemeyip sırt çantaları, 
boyum kadar kitaplar, 
sözüm kadar gözüm olurdu. 
Oldurmak bir daha. Çok kilo aldım, çok yaşadım, oysa inceydim. 
Uzun bakıp kısa görmek. 
Göz çukurlarına şaşırmak. 
Ölünün göz çukurları. 
Doldurmak. Mezarları sevdim. 
Şehirleri de. 

Ben, pazar, bir şehir turu. ("Zaman her şeyi değiştirir. Bu bir sanrı. Başlayan biter mi? Bu da bir soru. Düz bir mantık, zamanın düz olduğuna inanıp düz yollarda gider. Benim hasadımsa anayoldan uzakta bulduğum anılar. Ki onlar da zamanın süzgecinden geçip çoğaldılar. Güzelleştiler. Zaman çoğalttı onları. Çokum şimdi, zenginim. Anayoldan uzakta define buldum. Ama definem düz yollarda geçmiyor.İçime attım hepsini, anlatmadım. Paralı şehir turu görmediğini keşfettirir mi? Yan bahçedeki kedi bilir bütün sokakları ya da havadaki kuş kendince tanımlamıştır şehri. Paranın özelliği görüneni almasıdır. Görünenin içi paraya kapalı, görene açıktır.") 



Eski açık tribünü 3lü çekti, ben parantezi kapattım. Gürültülü ortamlardan uzak dur, beynin kaldırmıyor diyor oğuzcuğum, galiba haklı.

Sığmak, paranteze belki ama inime illaki..

13 Aralık 2011 Salı

Yüzünü ararken...

Gözlerini bulduğum Antep fıstıklı dondurma çubuğuyla yatıyorum hala.
gözlerini yaslarsan yüzüme biliyorum: özlem sabahı görmez.

Tarif ve tarih iç içe geçmişken yaşayan yüzün var senin.
geldiğim kaynağı reddettin diye babana ödünç verdiğin.
tâ ki origami öğrenene kadar. boşuna dedim, aldırmadın.
ben de seninleydim orada, ama neden öğrenemedim?
o kışı hatırlarsın, işsizdik ama paralı.
çektiğimiz resimler vardı. manzara resimleri.
yüzünü arardım arka fonda, sen kelebekler yapardın kağıttan.
sesi düşerdi yüzünün, arardım.
aramak kaybetmekten gelir derdin.
kayıp bir adrese taşınmam ürkütmesin seni dediğinde
biliyordum: bacaklarını öpmedim hiç –belki yüzünü de öpmemişimdir—

Aslında iddialı bir jenerikti yüzün.
hani, ülkemiz tarihini orada taşırdın desem yeridir.
baktığımda en çok akdeniz vardı orada.yazları sıcak ve kurak, kışları
ılık ve yağışlı.
bunu hatırlamayı hep beceriyorum: mevsimleri vardı ülkenin.
neden bilmem ama bakmadan da görüyorum şehir renklerine boyandığını.
boyanıp çıplak cesetler kadar uzun uzadıya kayboldun ya;

ben o halde zırhımı kuşanayım
ve Cesar' dan ödünç aldığım cesareti iade edip
cesaretimi biraz keskin ve azimli yamamalıyım
ki cesaretim yelkendir bu vakit
rüzgarlar arar ve şişer boylu boyunca
uzun yolculuklar hedeftir ve limanlar olmalıdır, korunaklı, sıcak
bir yaz ateşiyle coşkulu denizler aşılır. Belki senin İtalya'n, benim İrlanda'm aynı yerdir
haritaları sevmeye başladım
Genoa' yı gördüm dün. Baktım. Sonra Genoa' da bir kadın vardır
evet, vardır dedim
ama Dublin'den sesim ulaşmaz diye korktum
baktım ama
o sıcak yüzlü kadına, dondurma dirayetli gözlerimle. erimediler, korkmadım
dön.

yokluğuna bir varlık cümlesi eklemek istedim tam şimdi
elime alıp diyorum, evet elime alıp düşüncemi
nedense her gün pazar
otogarlar geliyor aklıma
karşılananlar ne mutlu
valizler ne ağır
taşınırken yorgun, ulaşınca dingin
ve değerken et ete, düşüncenin varlığı ürkütücü
silip atmalı aklı şimdi.. bahşetmek biraz da kurda, böceğe
onlar av oldular
ben düşüncelerinden sıyrılan aklı tok bir tırnak mermisi
ellerimin ucundayım
hızım ve ivmem kayıp
düşüyorum yola
çileli
ama bitmez ki yol
çatal çatal gözlerim
kan öksürmüş benden önce geçen
geçmiş yine de
cesedi yok
bu kanıtı benim de geçeceğimin
toza bile sorup duruyorum kaç gündür
ne olmadan olmaz diye
cevabı yok
benim düşüm cevaplar biriktirmek artık
sen desem yeridir
evet yeri ve zamanı olmaz ki böyle şeylerin
sadece sen işte
hem ben sen demeyi hep sevdim
babam ölmeden demiş miydim?
ama geldiğinde dedim ona
sen, baba, gününe geç kaldın
artık olamazsın ki
olmadı zaten
olmazdı.sen olmadan
ki (ben bu ki yi çok seviyorum)
içinde ne var bilmem ki
ama dönsen
kadırgalar denize salmış kendini
üstünde leventler oyun halaylarına tutulmuş
bir tek ben seçiyorum onları, öyle bir göz ki bu
Genoa' da ki kadını görmüş gözler
ta Dublin' de.
ta denizin üzerinden geçmiş kanadı
seyrelmiş aklı
düşmüş yangına
yangın ki öyle içten içe
iç çekiş dediğim bu galiba
aslında Galip ağa diye biri vardı
ama sanırım sonradan ölmüş olsa gerek
kimse adını anmadı köy kahvesinde
çaylar, hele Ahmet ağabeyin çayları nedense başı gibi açıktı
kel bir çay içtik
ben galip ağayı aradım
demirciydi kendisi
hani şu elinde balyozla demire can verenlerden
ateşi de vardır kesin
sigaram da var
yakarız birer tane
fazla konuşmayız
bir kel çay da onunla içeriz
bu sefer kim yaparsa yapsın
hem ben demire can verdi diye aramıyorum Galip ağayı
sigara bu sigara
böreklerin en haylazı
ciğerlerin pedalında atan zincir
göğsüm tütün koktu
yangındayım
gel. 

16 Kasım 2011 Çarşamba

Hafif batısı

İsmini adımlamasını sevdiğim kentler vardı önceleri. 
Numansiya gibi türkçe isimlerden türeyenlerden değil. 
Genova belki. Daha köklü. Daha sıkı tutunmuş tarihin ortasına. 
Belki antik bir iskeleden ibaretti beynim. 
Roma. Hafif batısı. Nereye göre batı orası meçhul. 

Bunun pek mühim tarafı yoktur muhakkak çevremdekiler için. Çevrem. Çembermişim gibi. 
Benim bildiğim annemin başında bir çember vardı. 
Zaten yalnızlık bir alan birimiydi. Annemin başında olmasından belliydi. 
Bununda hiç önemi yok. Sadece formüllerini doğru yazmakla başladığında yanlış sonuçlar veren denklemleri sevmekten geliyor. 

Form doldurmayı seviyorum. Anketleri sevmiyorum. 
İyi bir Sampdoria taraftarı sayılmam. 
Yine bütün kupaları alanları değil küme düşen düş takımlarını seyretmesi cezbediyor beni. 
Bu dipte olmaktan. 
Yüzmeyi bilmeyen biri başka nasıl dibe dalabilir ki. 
Kıymetli madenler hep dipteyken, kıymet taraftarı olmuşken böyle. 

İmkanları cebindekilerle kısıtlı olanlar için çok önemli olan şeyler vardır. 
Benim "ELLERİM" cebimde. 
Birde evimin anahtarı. 
Küflü sözcüklerini sevdiğim gerçeği buna engel olamaz. Hani kurtarılmayan tarafı dilinin. 
Dili dini olan insanlar var. Bu rahatlatıyor beni. 
Akşamın olmasını beklemenin sonucu akşamı getirirken güneşi batırmak diye bakarsan öyle görürsün. 
Annemin hüzün desenli paspasları kadar gerçek olan başka ne kaldı diye baktım. Bakmak görmeyi gerektirmiyor.
Hep söylemişimdir: Ben kör bakarım. 
Söylediğin yalanların ne kadar gerçek olduğunu anlayacak kadar bakmışımdır belki sokağa.
Sokaktan çok sokak lambaları yarenidir belki yolcunun. 
Aynı gömleği kaç gün giydiğini anladığında geç kalmışlık hissi basmaz belki 
ama söylemek isteyipte söyleyemediğin şeyleri söylemeye başladığında bu his kaplar ayak izini.
Bu izin almakla ilgili bir deneyim. Yol ve zamanın kesiştiği noktada insanlarda bekleyebildiğinde oluveriyordu bu yol arkadaşlığı.
Yanlış güzergahlar tarif etmek bana fayda sağlamadı belki ama dinimi değiştirdi. 
Dilimle aynı olan adımdan sonra dinimde aynı oldu.

Tüm sorular senden bağımsız gibi. Saçlarına yazık. Kızamadım çünkü onlar benim rüzgar çocukluğum.
Tek uçurtma deneyimi. Uçan halı yalanı. Üzerinde kırbaçlı "La" notası. Duyduğunu sanmıyorum. Doyumsuzluktan geliyor.
Sonraları hatıralar ağırlaştı kafamda tabii ki. Bazılarını bıraktım. Denize açılan mavi bakışlı kaptanlar tutup saçlarından yelken,
tutup ellerinden yalnızlık örmüşler. Annem yanlarında halt yemiş hüzün deseni konusunda.

Ne zaman yelken görsem saçların esiyor bağrımda. Bağırarak uyanmak gerek bu sahnede.
Benim hayatım kendi başınalıktan geçiyor diyen bilgeye sığınıyorum.
Ellerim cebimde hala. İnanmasam zarfa sorardım. 

3 Kasım 2011 Perşembe

kendimden geçtim..

Kendimden geçmiştim. Durdurulabilirdim. Durmak erdemdi. Durulmak. Adı, Yaren olsun demek.

Durmak için başlamak gerek. Ben başlamazsam beni kim durduracak? Elimden tutulsa durulur muyum?
Anüite problemleri çözmenin bununla bir ilgisi olmamalı.
Cari oranın ikiye yakın olması iyi miydi? Biz bire sevdalanmışken, neden iki?
Ayrıca dilim fakir, sözün bittiği yer filminden alıntılanmış bir yaşam vardır elbet bir yerlerde. Dilimin ucunda. Ucum uzvumdur benim.
Filmler duru, durdurulabilir. Karışık olan başlar bir şeylere. Karışık olan, düşünür. Sevmenin dilde bıraktığı tadı düşünür.
Dilim bağlı hece vezniyle, oysa gökyüzü imtihan. -Sigortayı seviyorum.
*Çocuk: evlilik sigortası *Üniforma: egemenlik *Ego: tanrı...

Bir cümlenin sonuna kadar sabredemedim. Hep bu yüzden kaybediyorum. Kaybeden Tribi dinledim, kendimden geçtim. Bu bir imtihan. Kendinden geçmek. Beni tanımak. Ego, evet; o bir tanrıydı. Yalnızlıkla imtihan edilemez elbet. Yolculuğu kendine olan insan. Tanımaktan değil, bu durmaktan. Hiçbir şey yapmadan. Yatıp kalmayı seçmek. Farklı olabilirdi demek ardından. Aldatıcı. Kelimeler bile : aldatıcı. Oysa ellerin... Yok o şarkı bitmişti. Adını unutmaya devam ediyorum. Durmaz yanyana gözyaşı ve bavul asla. Asla asla deme. Never say never...


Bir okyanus bile göremedim rüyamda. Halbuki harflerin rengi var. Toplasan bir kaşık su. Boğularak ölmekten korkuyorum. Yüzmeyi öğrenmek istemiyor bedenim. Tahriş. İttifak, ter ve ten arasında. Peki ya içim. İnim, orası tamam. Ama derinim. İnebildim mi oraya? İnen oldu mu? Maden işçisi. Lamba gibi parlayan alınları, yok o gerçekten fener. Deniz feneri. Yaşar Kurt da söylerdi. Sesimi duyuyor musun? Hadi el salla... El sallama adetim yok. Peki ama sallanacak salıncaklar yapıldı vaktinde elma ağacına. Belki kirazdı yanlış hatırlıyorsun. Belki de kesildi bir rüzgarda eğildiğinde.

Kendimden geçmiştim, Tanrı kimseyi kendiyle sınamasın!



25 Ekim 2011 Salı

Pas sarısı kaos söylentileri

Kaprisi diyete durmuş vardiya amiri kadar
Başka kim mahpus ki başka içlere
Naftalin basmayı sevdiğim teniydi yalnızlık ölülerimin
Bu kötü: belki çığ düşer elime
Harç olmuş tek duanın duvardaki yansımasıyla
Paranoyanın öte ucuna çıkıyor gölgem, boy verince su…

Revaklı ahşap saçlarıma tüneyen cennetin leşine rağmen
Egzama korkusundan türemiş kadın kokusu solumaktan geliyor bilincim
Bu-kişisel düş uzamı- göğüs çatalına dudak serinliği çöküşü.
Bir iç çöküş esnası enkazı.

Reşit olmayan gerilla ateşi başımdaki kaos
Bu hiçten daha az bir şey olmalı
İç savaştan geriye kalan
Ne olursa artık, ağzı tüten silah koksun yeterdi
Narın erotik melankolisi, metafiziğin skandal sandalı
Sis heykeli ve flamalar : kök sanatı – kan şekeri
Burası hafriyat sahası
Şelaleler arka fonda: sus sanatı ve havari fişek gösterisi
Duygusal vebanın uzaylı yeşil tebaası
Fırtına düdükleriyle kazanılan penaltı atışı : binbeşyüz (€)yüro
Kurutulmuş çocukluğumdan bütün bu haz ayinleri
Iskartaya çıkarılmış yaşamın ikiz görüntüsünün sığabildiği
Maymun kumbaralar.

Elbet kaypak olmalıydı asalet denilen şey
Hakeza delik deşik edilmiş hasretleri gemilerin
Olgun bir sızandı işçi marşları, yontulmuş kin ve edinim
Saat kulesi suresi, yol dediğin izbe olmalı çok zaman
Kent meydanına çöken dilenci duasından anlaşılmalı
Bir çocuğunuz olacak haberi
Bu bile piç
İhtimal dahilinde ölmenin vakti
Kabri geniş olmayacak sanma ölünün
Her yere sığacak kadar ölür bir ceset

Sonunda ilmiği buldum kan vermeyecek sesim!

22 Ekim 2011 Cumartesi

taptaze, en az yeni doğan bebek gibi uyandım
evini yeni boyayan bir adamım
ve sizin umutlarınıza sürtünürken incittim
özür mü? - pek adetim değil
yanılan ve yenilen olmak güzel
elimde uzayan bir gün
ve tırnak dışında bir şey kalamayana dek
elbette sürtüneceğim bir kedinin
eteklerine sürtündüğü gibi
susuşun isyan olduğu günlerin anısını da sırtıma alıp
hiç kimsenin doğmadığı bir günde
doğar doğmaz bu güneş
yanındayım
ki yanına gelirken bir samancı kamyonunu durduracağım
samancının seyrandır dünyası
sana geçici bir saman renginden
yeşile nasıl dönerse bukalemun öyle geleceğim
hala geleceğim diyebilmek güzel de
içimde yeni boyanmış duvarım var
spatulayı alıp kazısan beni
dişlerim daha beyaz olacak
kemiklerime bile dokunmana izin veririm
bu sefer, tarihin tozlu sayfalarından çıkıp gelebilirsem
haçlı seferine çıkan Cesar 'dan önce davranabilirsem
ya da ödünç alabilirsem cesaretini en baştan
daha erken olabilir belki gelişim
ama ne olur bugün 

otoban gişesinden ışık hızıyla geçen aşktan ücret almayın!! 

7 Ekim 2011 Cuma

En/gebe Şiir

Bu arsız coğrafyada bir ben varım sesine esmerlik düşen
bekler gibi dururken her yolcu
nedense üşümüş gibi birazda
sanki sımsıcak sarılmayı unutmuş giysilerim
garın uzun bekleme yolunun tavanında ışık sıraları ve
kenti bir uçtan öbür uca yürümek düşüyle sarmaşdolaş
ve korkuyla sürmelenmiş gözlerim tedirgin bezgin
dilimde tek bir söz eskimemiş:her daim

Tanrı hayatta olup buna şahit olabilseydi
akşamı getirebilseydi avuçlarıma ansızın
hatırlatsaydı her erkeğin kaybedecek kadını olması gerektiğini..

Bu çağda savaşları kaybedecek kadını olmayanlar kazanır
böyle diyorlar fısıldarcasına ve mülteci bir sis iniyor dağdan kente
örtüsünde rengine ibadet eden kent resimleri
atlaslardan taşan mavilikle elele
ve diyorlar ki bir başka çağ gelmeyecek en/gebe kıyılarına şehrinin
mavinin dokunduğu her yer delik-deşik neden
buna bir çare düşünmeli tarih denilen bilici..

Beklenip anlatılsın yolculara küllenmeden cesedim
-geçmişi elinden alınanın geleceği de elinden alınmalı rüyası
istasyonunda kent meydanında şehrin
ve tamamen kemirmeden beynimi bu onarılmaz ur
anlatılsın, anlatılacak ne varsa...

5 Ekim 2011 Çarşamba

En/gerekli Şiir

Ses ve soluğum şimdi, çökmüş geceye kattı iftiharın kaypağını
belki nedensiz bir ihtivadır kırışık yüzüm
yüzüne baktıkça kararan
heybetim belki arduvaz değil
yapışacak bir pelte dildi söz ve kaygan
sayısız telaşa soyunmak varken ense kökünde
sayısız pencerelerde akseden çığlığın kararlı adımları
en/gerekli zamanlarda gözünde beliren dil ve diş lekeleri
işte çatlayan hırs demetin
işte beklenen ve hiç gelmeyecek gölge nöbeti, sayı basamağı
topaç topaç...

Buraya şu köhneye gizlenmiş dilinden bir aman
çatlasın duvar, işte hazırlanan harç ve boya
ve aidatı yaşamın kül rengi orta yerinde odanın
durmadan ve her daim burada..

Dilinin harca bulayıp kuruttuğu çöldeysem artık
kuyular açıp derin gömülmüş magma ve sıcağa gebeyim sonra
el pençenin hissiyatında bir muhteva giz, en az tek sıkımlık can
özbeöz kıkırdak bakan dağın koptuğu yerden seslenip
sis istedi ve kül yoktur dedi erkek
hep bir ağızdan bir kadını düşünüp
babaların öldüğü yaşa geldi girdap
kadın anne olup dedi: ölüler ağır olur kalanların omzunda
irkildi dili..durmadan ve her daim tütüne dadandı gecenin fişi
tortuya yoldu zırhına apis öküzü saplanan dünya
kadındı erkek olan
ve göç çöleydi bir tortu için..

oraya, katlinin havzasına kurulmuş bir değirmen
öğüt kokan avuçlarına bulanmış körpe tekzip
kovanında tek mermi kardeşi çekirdek, vurulası yalnızlık
mahalle duvarlarında kısık sesli iftihar
dem vuruyor, bir ağızdan -durmadan ve her daim orada
düşüyor dilindeki tetik uzaktan..

Sesinin dalgasına kapılmış köhneysem artık
puslu ve sisli bir tarifi olmalı uzağın
geceye kanmış, kıvrılıp yatmış en/gerekli bir soru..

28 Eylül 2011 Çarşamba

Rua * Katil Duası

Koca koridoru ve alfabenin yarısını güvenle geçen katil
Kiliseden aldığı görevi yerine getirmeye can atarken
Yanlışlıkla kimono giydirdiği tanrısı
Elden düşme bir kaderle çıkagelecek
Önce ölümü hazırlayan kare asla gelecek
Ardından umutlanmadan evlat edindiği full rua
Dizginlerini koparan bir kral sponsoru olacak restleşmenin
Kartlarla ölüm çok estetik görünecek..


Görkemli emirlere riayete hazırlanırken katil duası
Avuçları kan çanağı olmuş tanrıların
Gözleri elmas diyarından bozma savaş meydanı
Bakışını kaldıran can suyunun kuvvetiyle dehşete kapılan katil
Kiraya tapan yer yurt sahiplerine eşkâlini bırakırken
Güneş tanrısına inanmamış yanık tenli Mecusiler geçecek yanlarından
Dudaklarında cehennem marşı: ateşe düş, sakın suya düşme!
Yanma töreninde kare aslar düşecek suya,
Bütün tanrılar ellerinde full rua
Soyunacak ateşe alfabenin kalan harfleriyle...

-köledoyuran

23 Eylül 2011 Cuma

Sen ve başkaları

Bir sen yürürsün sokakta, yürürken;


Oturursun koltuğa, oturunca.

Su, bir senin bardağında en çok su.

Bir senin kolların bileziklidir .

Bir senin ağzın dudaklı ve sıcak.

Bir sen memelisin, ince bellisin



Başkaları gitmiş olur, gidince;

Bir sen yakınsın, uzakta kalınca



O.Rıfat

20 Eylül 2011 Salı

Saydam bir şehir tadında...

Saydam bir şehir tadında


kafası batı, yüreği doğu olan aziz boşluğum



kafam dik yürümeyeli ne çok olmuş

bu sarhoşluk ve ızdırap verici şehrin akşam serinliğine rağmen

kamuflaj etkisi yaratamıyor kırılan hevesin.

kovboyun ata bindiği o sahneden esinlenip esen rüzgara sığınırken

hangi marştı ilklerimi değiştiren ve iliklerimi donuk hayal etmeyi unutma diye

hoyratlığımı alan

kasabın hesap kabiliyeti ve deniz görmüş kaptan hikayeleri

üçbin fitte ağır gelen paraşütten sıyrılan kurtuluş birlikleri

biraz sabır sonra isyan tadı

ve bırakın mukayese etmeyi bıyıklarımın yokluğunu saçlarımın aklığıyla

bütün kapılar açık,şehirler tenha

bir incelik şişman olan aklına

su ise yolum, bütün geçişler saydam

bırak hendek atlatmayı sevdaya

iki dirhem bir çekirdekti araba sevdası

grinin akıl karşılığında takasına ortam hazırlayan

kabare birlikleri, şehir istilası ve dil kursu

ortada bir yanlışlık var

gayet yalın, gayet çıplak..

17 Eylül 2011 Cumartesi

Islık Cinayeti

İllegal ses alışverişi yapan iki sevgili gibi
birlikte tutuklanırken
birinin krallığına ıslık cinayeti çökedursun
ötekininse polis, siyah saçlarına giriş vizesini
çoktan almış cop darbesiyle!
 

Biri yeryüzü ile yüzüm arasında duruyor
sesi düşüp kırılsa diyorum
sorgusunda kokuşmuş bir gök haritası çıksa
haritada yeryüzü karalanmış
sorguda yüzüm karalanmış..
 

Tanığı yok cinayetin!


Sesimin sorgusu bitince balistiğe gönderilecek
balistik raporunda ararım önce kendimi
üzerime ıslık dökülmüş, sanki yanmışım..
 

Cinnet öykülerinden çıkarın artık bizi
masum yerlerimize dokunun
yıllardır kavgasını verdiğimiz
şiirdeki kavga tadına bulaşırken ellerimiz
potansiyel bir aksesuardı yalnızlığımız..


Yalnızken biz ilk sorgumuzda
mutluluğa intihar müsaitti
ve zirvesine kar değil
durup baş eğmesi bıraktık
küskün bulutlar gibi..

 
İlk sorgumda
sesindeki uğultuya kapılıp
ıslık cinayetlerimden birini anlattım
tempo verirken hayata üniforma!
 

Resmi geçitte takılan
şiddetli gereksinim kapımı çalar çalmaz
özel kuryelerin çantalarında
tedirgin baykuş sesleriyle doluydu gece
yalnızlığın yemin töreninde
olağanüstü hal ilan eden
erken gelişmiş, solukla okşanan
çekici bir katil gibi
bıçak kadar serin
annemin yüreğini yedim
sinirliydim
her teknenin adı olur da
sevişmenin tadı olmaz diye
 

Yalnızlığın kıyısındaki evde
çok sayıda ağaçken biz
tek bir rüzgara boyun eğdik..

 
Annemin
kızılderili hüznünü sıyırıp aşk zerk etme vaktiydi
eskimo büyüğünün ölüm yolculuğu gibi
yakası açık küfürler savurmuştu hayata
dedim ya, sinirliydim..

13 Eylül 2011 Salı

Kentakide oturan dostuma yazıyorum..

Bu sefer Kentaki'de oturan dostuma yazıyorum.

Sızılarını yazmış olmasını istediğim bir mektuba sahip olmayı isteyerek.
-ama buradan duyulmuyor sesin-le başlayan mektuplar yazmışım habersiz.
Ben sigortadan bahsettiğimden beri kırılgan olduğunu gizleme boşuna.
Bir yerlere tutunmalı insan. Sigortadan daha iyisi yoktu, inan bana.
Senin için ve benim için iyisi bu.
Paralı ve yaşı geçkin bir ihtiyar olmalıydım herhangi bir filmden kalma.
İyileştirme gücünden ve etkinden yeterince faydalanmış fabrika bacaları
buna tamam ama pazar postasında hiç köşem olmadı diye de yakınma boşa.
Mektupların ardı arkası kesilmedi sonra.
Tek fark atılmayan bazı mektuplara sahip olabiliyor insan.
Bu güvende hissetmek için.
İzmit'te tren var demiştim ya işte.
İçimin ağırlığını oraya kadar götürmüş,koftiden.
Körfeze dökülmüşüm gecenin karasında her yer Afrika bana,
bilirsin sızdım mı duyulmaz sesim..

YAZIK!

Karmaşa ve kibirin mukayese edilebilirliği üzerine sabunsal kayganlık hissi.

İçimin uçarılığı.
İnsanın gaz hâli.
Kıçtan uydurulan hengamem..

Çatı arasından kıtalar arasına yapılan yolculuğun günlüğü.
Seks partileri ve el değiştiren güç dengesi.
Alt-üst olmanın içi dışı bir olmakla olan akrabalığı.
Kurşunun ve sevginin insanda bıraktığı naçizane iz…

Her gece sayısını bilmediğim birçok şey düşündüm, birçok şey hissettim.
”şey” kelimesinden başka hiçbir şey’in tarif edemeyeceği şeyler…

Kadınların tende bıraktığı izi takip et: telaffuzu zor bir deniz kıyısı, yaşlıca ve çökmeye yakın.
Sonra bir ademle tanıştım hayatım değişti tripleri.
Bilirsin bu gençlik sadece yürüyor, ellerinde sevda yanıkları.
İhtiyarlayıp cebimde ve beynimde baba yadigarı bir şey kalmayana dek yürümek istiyorum şimdi.
Yeni bir sigara bırakma etkinliğine katılmak.
Böyle zamanlarda parmak uçlarım daha güçlü ve kırılgan oluyor.
İçimin sisle kaplandığından haberdar değil miyim sanıyordun yoksa.
Yazık!

10 Eylül 2011 Cumartesi

kelime karpuzunun kıçını avuçlayın..



normalde anlatmayı hiç sevmem, kuru gürültü oluyor çok laf.

kelimeninde karpuz gibi kıçını avuçlayıp tadını anlamak elden gelmiyor..
böyle olunca durum dilden dile süregeliyor..
film sahneleri başıma gelsin diye film izleyip sonra başına gelme tehlikesi olunca korkunç geliyor insana..

gerçeğin rengi kırmızı olsa gerek,
öyle olunca da sükut denilen sahte hazineyle donatıldığını sanıyor insan..
ne konuşmak fazla ne de susmak.
yeterincedir her şey zaten.
yetmediğinde hırçın ve yırtıcı olabilirim.
batistuta benim idolüm,
az konuşup çok gol atmıştır kendileri zamanında..

9 Eylül 2011 Cuma

Tanrı'nın Elleri..


Tanrı'nın Elleri..

amorti

....Ver elini sevgilim,


kendi kendini amorti eden tek şey: zaman... Tükenir tükenmez bir yenisiyle değişiyor...

Ver elini. Çünkü kırlara çıkacağız bugün.Küçük çocukların gözlerinde gülücük, cezaevlerinde bayram görüşmeleri, huzurevlerinde gerçekten huzur olur belki bu bayramda... Şekerli bir bayram, rengarenk... Vaktim var, seni kırlara çıkarıp dağın tepesinden elini aşıracağım. Güneşin alevden saçlarına dokunup, bir yangından mutluluk iksiri damıtacağız... gelirsen tabii... elini verebilirsen... Ve kolunu kaptırmazsan çarklarıma, dudaklarımdaki hüznü bile bulaştırmam ellerine..

Bırak sevgilim, bırak saçlarımı... Ellerini ver...

8 Eylül 2011 Perşembe

Akşamüstü tedbir amaçlı güneşi batırdığımda
yalnızlık sızmasın diye odana
tufana ve şuaya sığınıyorum
ne olur yık beni,beni vur, beni ov..

dua

Tüy dökücü kremin kayıp ilanında bulduğu bacak arası kıllarıma inat

cesedine oynuyorum son duamı.. göğsün çıksa da falda kalbime
ölmek için fazla engebe..!


Sahipsiz bir dua bu dilimdeki
memelerimi güneşe salıp, en yüksek dozda yakın n'olur!
ve ovun elbette, tutmazsa aşısı aşka bu duanın
inancını yitiren bütün meleklere
kirli çamaşırlarımı imzalayıp verebilirim..

7 Eylül 2011 Çarşamba

Takım savunması önemli miydi mahalle maçlarında..


Biraz Soyunsan Hallolacaktı Her Şey…



Mahalle takımına seçilen çocuğun heyecanıyla kıyasla temennilerini
ve anla hiçbir dileğin gerçek, gerçeğin tarihsel değişim sürecine denk düşmeyeceğini
içini çekerken yuttuğun cehenneminden seslenip içime
yangınlar başlatan duyarsız kibrit çöpüne sinerse korkuların
ben de anlarım, bahçemde ağaçların gölgesinde uzanmanın erdemini


İçinde ki bağışlanmış irakua bakiresi rahiplere soyunur diye ödüm koparken
ihbarsız hiçbir cinayet kalmazdı ormanında teninin
bakir adamın çektiği kendini tatmin kadar gerçek olamaz mahalle takımı
konuştuğumuz kelimeler bile mutlu olabilmeliydi biz dövüşürken
inanmak istemiştim sadece bir iç çekiş esnasında yuttuğun cehennemin varlığına
hem kim bilebilirdi ki bir gün bütün bunların hesabını sormak için dönebileceğini
öyle mevsimler atlatmıştın ki
kaç yıl yaşadığından çok kaç mevsim yaşadığın daha önemliydi benim için
mevsimler değişirken ben ev değiştiriyorsam
bu mekanla olan kavgamın başlangıcı
seninle alakası yok hiçbir gök gürültüsünün ve ışık taşıyan hamal yıldızların
ki onlar meteliğe kurşun attıkları günleri çabuk aştılar
şimdilerde terlerini silen, bıyıkları yeni terleyen kölelerce
inkar edilip, gerçeği bir ıssız ada yolculuğu olarak tanımladılar.


Kalbine adres sormuşken kurşun, nasıl terlemişse cesedin
bilekleri ve bildikleri birbirine denk iki ayrı gökyüzünde
uçmanın erdemli bitişi: ölüm veya iniş demiyorum
ölmek de inmek de kalpler için, bir anjiyo her şeyi halleder böyle durumlarda
sen suskunluğun çırasıyla kanlı külotunu yak, alevlensin yarığın
bunu bile beceremezsen git kendini becer
bu becerilerine güvendiğim kadınsı tavırlarına tapmamı sağlayacak
kaç tane meyve ağacı varsa evin önünde hepsinde ayrı tatlar bırak
kiraz ağacında siyah sutyenin, erik ağacında çocukluğun çıkacak diye karşıma ödüm kopsa da
saçlarına gizlenen yüzünü ararken ellerimle, nasıl yorgun düştüğümü bilirsin!


Öpüşümü hatırlamazsın belki, arayışımı hatırladığından eminim
aynı denizi taşladık bakışlarımızla
o gün, bir Pazar mavisine sermişken bütün huzurumuzu
neydi bizi öyle uzak diyarlara düşüren
inanmıyorum artık yolların birleştirici gücüne
o kadar çoklar ki hangisine girersen gir hiçbiri benim yoluma çıkmayacak
ne fenasın
biraz soyunsan hallolacaktı her şey
gökyüzü ibadetini bitirip, dünya donakalacaktı güzelliğine
yine de kimse görmeyecekti ak tenini
asansör yolculuğunun hiç bitmemesini istediğim o vakit,
hani eve dönüş yolunun sessiz sedasız kahramanlarının utangaç suratlarıyla birbirine sokulup öpüşmelerini ve yalnız kalmalarını sağlayacak tek vasıta: asansörün…


Tenlerimiz arasında ki çekim gücünü anlatmışımdır sana
parmak uçlarında gezmeyi bırakan her yetişkin gibi
göğüs uçlarımda gezinmeye başlamanı beklerken
saçlarından yüzünü ayırıp ellerinle, ellerime inat
bir güneş yılı sonra başucumda kan festivalleri düzenlemene gerek yoktu
hem hiçbir avuca sığmaz duaların sevgilim
prefabrik gözlerin var diye sevinmiştim, dünyanın sığabildiği
hani biraz okşasam duvarın dökülecek diye ürktüğüm
korkunun bile ecele faydası yokken, yokluğunun faydası olabilir mi?


Şimdi toplu ölümleri yüceltirken duaya açılan gözlerin
prefabrik bir ceset geçecek yanından
sakın dona kalma damarımdaki aşk gibi
cehenneminle takas etmek için
içime alacağım seni…